Evren mevcut yasalara bağlı olarak düzenini ve sürekliliğini devam ettirmektedir. Evrenin bu düzeni tamamen fen bilimlerine dayalı olup matematiksel ve mantıksal bilime dayalı araçlarımızla gösterilebilirdir. Bilime dayalı bu düzen içersinde henüz keşfedilmemiş olanlara veya henüz doğruluğu gösterilmemiş olanlara şüphe ile yaklaşmanın, soru sormanın, sorulara yanıt aramanın, doğruyu elde etmeye çalışmanın bilimin gelişmesi açısından son derece önemli olmasının yanısıra, bir insan olmanın gereği olarak bilgi için duyduğumuz istek, arzu ve arayışımız gayet normaldir. (Evren nedir? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Zaman nedir? Sonu var mıdır? Geçmiş ve gelecek nedir? Bir başlangıç var mıdır? Varsa doğası nasıldır?) Mademki evren belirli doğa yasalarına bağlı olarak düzenli bir şekilde gelişmektedir, o halde Tanrı'nın olması veya olmaması ne bilimin sorularına engeldir ne de bu soruların yanıtlarına tesirdir. Bir Tanrı'nın olması durumunda dahi bu evreni keyfi bir şekilde yaratmadığı, aksine belli başlı kuralların geçerli olduğu aşikardır. Dolayısıyla bilim ve yasaları Tanrı'nın var olup olmamasıyla ilgilenmemektedir. Bir başka deyişle Tanrı'nın olması veya olmaması evrenin düzenini açıklayan yasalara bir etkide bulunmaz. Bu durumda evrenin ve her şeyin başlangıcının Tanrı tarafından yaratıldığını iddia edenler, bilimin evrenin başlangıcı ile ilgilenmemesi gerektiğini, başlangıcın dinin konusu olduğunu düşünerek bir yanılgı içersine girerler. Aksine onlara göre her şeye gücü yeten Tanrı evreni keyfi bir şekilde yasalara bağlı kalmaksızın yaratabilir, fakat öyle görülüyor ki evren belli başlı yasalara bağlı olarak gelişmekte ve dolayısıyla aynı diğerleri gibi evrenin başlangıcını yöneten belirli yasalar mevcut. Mademki evrenin başlangıcı için bilim ve matematik geçerlidir, o halde bilim başlangıç için sorular sorma hakkına da sahiptir. Çünkü Tanrı'nın olması veya olmaması, başlangıca tesir etmesi veya etmemesi başlangıcı araştırmaya ve başlangıç ile ilgili sorular sormaya bir engel değildir. İllaki bir "yöneten" aranıyorsa, bu sadece ve sadece bilimsel süreci yöneten doğa yasalarının ta kendisidir.
* Tarih boyunca bilimin sorular sorması beraberinde yanıtlarını da getirdi. Gelen her yanıt aynı zamanda var olan din otoritesini dinin amacı dışında insanlığın, bilimin ve gelişimin aleyhine kullananlara (genellikle de dini kendi çıkarları için kullanan siyasi otoritelere) karşı bir yanıt olmakla beraber bilim temellerinin sağlamlaşmasını da sağlamıştır. Ortaçağ'da bilimsel bir temele dayanmayan dünya merkezli evren görüşü din çevreleri tarafından sahiplenildiği için, uzun bir süre boyunca görüş olmaktan çıkmış ve kutsallaşmıştı. Ardından gelen bilimsel araştırmalarla beraber din çevreleri otoritelerini zamanla yitirmiş yerini bu bilimsel devrimler almıştı. Burada yanlış olan dünya merkezli bir görüşe sahip olmak değildir. Bir insanın doğru veya yanlış bir görüşü savunması normal karşılanabilir ve yanlış olandan doğru olana yönelmesi er ya da geç gerçekleşir. Burada yanlış olan sözkonusu görüşün dini inançlara göre şekillenmesidir.
Şimdi yine benzer şekilde evrim teorisi karşısında kendi otoritelerini yitireceğini gören dini çevreler yaratılış görüşünü ortaya attı. Bu sefer belli başlı konularda tedbiri ellerine alan yaratılışçılar bilimsel yasalara karşı çıkmıyor, çünkü çıkarlarsa mağlubiyetlerinin kaçınılmaz olduğunu biliyorlar. Evrenin bir tasarımcısı olduğunu, bu tasarımcının evrenin kurallarını ve yasalarını düzenleyerek evreni yarattığını savunurlar. Descartes'in 1600'lerin başında düşündüğü gibi, onlara göre Tanrı evreni bir kez yaratıp kenara çekilmiştir. (Şunu belirtmek gerekir ki Descartes'in bu görüşü o zamanın koşullarına göre bir devrim niteliğindedir. Burada yanlış olan Descartes'in o zamanın karanlığındaki bu aydın fikri değil, aradan 400 yıl geçmesine rağmen hala aynı görüşe tıkanıp kalmış, ilerleyememiş, körelmiş zihinlerle beraber bu zihinlere bu saçmalığı kendi otoriteleri adına yutturmaya çalışan yerel yönetimlerdir.) Daha da kötüsü bu görüş bilimselmiş gibi insanlara sunulur. Halbuki tamamen dini temellere göre şekillenmiş bir görüştür. Dini temeller esas alınarak şekillenen bir görüş bilim ile yan yana gelemez. Çünkü birisi inançlardan, diğeri ise bilimsel verilerden oluşmaktadır. Evrim teorisi bir varsayım değildir, teoridir. Bu sebepten ötürü teori kelime manasıyla bir varsayım olmamakla beraber "yaratılış teorisi" diye bir şey yoktur. Teori, bilimsel olarak kanıtlanmış, deneylerle desteklenmiş bilgidir. Yaratılış ise bir teori değil bir görüştür, varsayımdır. İnanç temeli üzerine oluşturulmuş bu yaratılış ve akıllı tasarım safsatası ise gerçek nedir sorusuna yanıt aramayan, aksine gerçeği doğaüstü ilişkilerde arayan bir anlayıştır.
Orta çağ'da yaşananlara benzer durumlar günümüzde de devam etmektedir. Her iki zamanda da bulunan din merkezli inançlar birbirine tamamen benzerlik göstermektedir. Eskiden Dünya'nın evrenin merkezinde olduğunun reddedilmesinin yol açtığı durumlar ile şimdi akıllı tasarım ve yaratılış görüşünün reddedilmesi sonucu insanların dinsiz ilan edilip hor görülmesi yüzyıllardır en ufak bir ilerleme kaydedememiş aynı zihniyetin ürünleridir. Her ikisi de inanç merkezli, bilimsel temele dayanmayan görüşlerdir. Bu görüşlerin o zamanlar insanlığa bir faydası olmadığı gibi şimdi de olmayacak olması aşikardır ve nasıl ki bilime yöneltilen soruların yanıtları insanlığı orta çağ karanlığından çıkartmıştır, şimdi de insanlığa rehber olacak bir ve tek rehber bilimsel yanıtlar olacaktır. Aksine yaratılış görüşü, evrenin başlangıcı ile ilgili yasaları ve sorular sormayı reddeder ve evrenin başlangıcının tamamen dinin konusu olduğunu iddia eder. Bu ise dini inançlarla şekillenen bir görüş olup, ne bilimsel temellere dayalıdır ne de deney ve gözlemlerle desteklenebilmektedir. Önemli olan bir tanrının var olup olmaması değil, her iki durumda da evreni yöneten yasaların geçmişten günümüze kadar geçerliliğini koruyup ve gelecekte de sürekliliğini devam ettirecek olması ve evrenin de bu yasalara bağlı olarak mevcut düzenini koruyacak olmasıdır. Bilim Tanrı ile ilgilenmez, aynı Pierre Simon de Laplace'ın evren hakkında yazdığı o koca kitaba rağmen neden bir yaratıcıdan bahsetmediğini soran Napoléon'a "o varsayıma ihtiyaç duymadım" biçimindeki meşhur yanıtı gibi, bilim tanrı ve varlığı veya yokluğu ile ilgilenmez. Fakat bilim kendisine -bilimselliğe- ve yapısına karşı olduğu için yaratılışçılık, akıllı tasarım ve nice inanç temelli safsataları bilimsel temelde değerlendirilmeden görmezden gelir.