"Din Kültürü" ve "Ahlak Bilgisi"

Dini inançların pek çoğu öldükten sonra öldükten sonra ayrı bir yaşam vaadeder. Bu inançlara göre bu dünyada gerçekleştirdiğimiz iyi ve kötü davranışların tümü, ölümden sonra var olduğu iddia edilen yaşamda karşılık bulacaktır. İslamiyet inancına göre insanlık, bu karşılıkları cehennem ve cennet olduğu yazılan yerlerde alacak, İslamiyet inancına aykırı davranış sergileyen insanların bu davranışları, cehennemde belli bir ceza ile karşılık bulacaktır...

Yazımın devamını okumak için urbanizma.com: "Din Kültürü" ve "Ahlak Bilgisi"

Altın Oranın Matematiksel Hesabı



Altın oran her ne kadar antik çağa, hatta Mısır piramitlerinin inşaa edildiği dönemlere kadar uzanan bir kavram olsa da, kaynağı olan matematiksel olgunun belgelenmesi ve matematik literetürüne geçmesi 13. yüzyıla dayanmaktadır. Belgenin adı Liber Abaci ("Abaküs Hakkında Bir Kitap" olarak çevrilebilir) isimli bir kitaptır. Kitabın yazarı ise Leonardo Fibonacci (¹) isimli bir İtalyan matematikçidir. Babası Bonacci İtalya ile Cezayir arasında ticaretle uğraşmakta ve o sıralar genç bir delikanlı olan Fibonacci de yardım amacıyla babasıyla seyahat etmektedir. Bu seyahatleri vesilesiyle Akdeniz'in hem Avrupa hem de Kuzey Afrika kıyılarını gezen ve aynı zamanda pek çok arap toplumu ile irtibat halinde olan Fibonacci, burada Hint-Arap sayı sistemini öğrenmiş ve bu sistemi kullanmanın Roma rakamlarını kullanmaktan çok daha kolay olduğunu görmüştür. Bu esnada pek çok Arap matematikçi ile çalışma olanağı da bulmuş ve edindiği tüm birikimlerinin ardından Liber Abaci (²) isimli kitabını yazmıştır.

Kitap o zamanların günlük hayatındaki ticari işlemlerde önemini göstermiştir. Kitabın ikinci baskısının (1228) 123-124 sayfalarında tavşan üremesi ile alakalı bir bölüm yer almaktadır. Bu bölümde, tavşan çiftliği bulunan bir arkadaşıyla ilgili olduğunu iddia edilen ve çevre koşullarından etkilenmeyip, belirli bir kurala göre üreyen tavşanların gelecek aylardaki sayısına ilişkin bir aritmetik problem yer almaktadır. (³) Problemin çözümüyle elde edilen aritmetik değerler -her ayın sonundaki tavşan mevcudu- bugün bilinen Fibonacci dizisinin elemanlarını vermektedir. Bu dizinin elemanlarının baştan 12 tanesi (bir başka deyişle aylara tekabül eden tavşan sayıları):


1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144

biçimindedir. Örneğin Ekim ayındaki tavşan mevcudu -ki bu dizinin onuncu elemanı demektir- 55'tir. Ancak bu yazıda temel olarak ilgileneceğim, tavşan sayısından ziyade işin matematiksel estetiğidir...

Yazımın devamını okumak için urbanizma.com: Altın Oranın Matematiksel Hesabı

Matematiğin Estetiği - Matematiğin Kesinliği

Bir matematiksel olgudaki estetik, bir armonide yer alan seslerin bütünlüğündeki veya bir resim tablosunda yer alan renklerdeki uyuma benzer. Nasıl ki bir resim, bir köşesinden diğer köşesine veya bir müzik, başından sonuna kadar homojen olarak bir bütünlük içeriyorsa ve bu bütünlük bir uyum arzediyorsa, matematiksel bir olgu da aynı şekilde bulunduğu sınırlar içerisinde bir uyum içerisindedir. Bu uyum ise niteliğin; aynı söylem, aynı değişim, aynı yöntem ile bozulmadan ardılına nakledilmesinden ileri gelmektedir. Eylemin bozulmadan ardılına geçmesi beraberinde düzeni, düzenin bütüne yayılması beraberinde uyumu ve bu uyumun bu şekilde devam edecek olması ise beraberinde kesinliği getirmektedir. Bu bağlamda matematikteki estetik, onun tek bir şüpheye dahi yer vermeyecek kesinliğinin bir sonucudur.

Cem

Makyaj, Topuklu Ayakkabı ve Türban

Soru: Kadınlar neden makyaj yapar?


Kadınların makyaj yapmalarına, en azından güzellik ürünleri kullanımına eğilimli olmalarına sebep olan pek çok etken olduğu söylenir. Erkeklerin pek çoğu kadınların kendileri için makyaj yaptıklarını söylerler. Buna göre kadının makyaj yapmasındaki temel sebep, erkeğe olan hoş görünme arzusu veya kendini erkeğe beğendirme eğilimidir. Kadınların büyük bir çoğunluğu ise buna şiddetle karşı çıkar. Onlara göre hiçbir kadın bir erkek için makyaj yapmaz; onlar aslında makyajı kendileri için yaparlar...

Yazımın devamını okumak için urbanizma.com: Makyaj, Topuklu Ayakkabı ve Türban

Samimiyet-Samimiyetsizlik Yelpazesinde İnancın Yeri

Din eksenli inançlar, kendi öğretileri ve buyrukları doğrultusunda yol göstericidirler. “Şunları yapma zorunluluğunuz yok; ancak bunları yapmak zorundasınız. O tür davranışlardan ise kesinlikle kaçınmalısınız” gibi. Bu emredilenler, kimine göre iyiyi, güzeli temsil ederler. Kimi ise mantık dışı ve benimsenemeyecek ölçüde geçersiz bulur bu öğretileri. Ancak şu bir gerçektir ki, bu öğretiler içerisinde insanların gerek bireysel yasayışlarına gerekse toplu yaşantılarına olumlu yönde etki eden pek çokları mevcuttur. Üstelik bu öğretilerden evrensel olarak kabul görmüş olanları da vardır. Bunlar; insanların bireysel yaşamlarını, bireyler topluluğu olarak yaşantılarını, doğayla ve diğer canlılarla olan iletişimlerini bilimsel ve ahlaki temeller düzeyinde olumlu yönde etkileyen normlardır...

Yazımın devamını okumak için urbanizma.com: Samimiyet-Samimiyetsizlik Yelpazesinde İnancın Yeri

Gelecekte de Kutlu Olmaya Devam Edecek 30 Ağustos'lar İçin...

Bundan 90 yıl önce, cumhuriyetimizin bugünlerini yaşamamızı sağlayan savaşların ve beraberinde dökülen kanların ardından elde ettiğimiz zafer eğer gerçekleşmeseydi, geçirdiğimiz bir aylık süre boyunca ibadetimizi yerine getirmek, yaklaşık iki ay sonra keseceğimiz ya da bağışlayacağımız kurbanlar bir yana dursun; yıl sonuna doğru aile büyüğünün şükran yemeği duası edeceğinin ihtimal dahilinde olacağını unutmayalım. Küçük demeyelim, anlatalım çocuklarımıza. Bu günün anlam ve önemini anlatalım onlara...

Yazımın devamını okumak için urbanizma.com: Gelecekte de Kutlu Olmaya Devam Edecek 30 Ağustoslar İçin...

"O Varsayıma İhtiyaç Duymadım."

Evren mevcut yasalara bağlı olarak düzenini ve sürekliliğini devam ettirmektedir. Evrenin bu düzeni tamamen fen bilimlerine dayalı olup matematiksel ve mantıksal bilime dayalı araçlarımızla gösterilebilirdir. Bilime dayalı bu düzen içersinde henüz keşfedilmemiş olanlara veya henüz doğruluğu gösterilmemiş olanlara şüphe ile yaklaşmanın, soru sormanın, sorulara yanıt aramanın, doğruyu elde etmeye çalışmanın bilimin gelişmesi açısından son derece önemli olmasının yanısıra, bir insan olmanın gereği olarak bilgi için duyduğumuz istek, arzu ve arayışımız gayet normaldir. (Evren nedir? Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Zaman nedir? Sonu var mıdır? Geçmiş ve gelecek nedir? Bir başlangıç var mıdır? Varsa doğası nasıldır?) Mademki evren belirli doğa yasalarına bağlı olarak düzenli bir şekilde gelişmektedir, o halde Tanrı'nın olması veya olmaması ne bilimin sorularına engeldir ne de bu soruların yanıtlarına tesirdir. Bir Tanrı'nın olması durumunda dahi bu evreni keyfi bir şekilde yaratmadığı, aksine belli başlı kuralların geçerli olduğu aşikardır. Dolayısıyla bilim ve yasaları Tanrı'nın var olup olmamasıyla ilgilenmemektedir. Bir başka deyişle Tanrı'nın olması veya olmaması evrenin düzenini açıklayan yasalara bir etkide bulunmaz. Bu durumda evrenin ve her şeyin başlangıcının Tanrı tarafından yaratıldığını iddia edenler, bilimin evrenin başlangıcı ile ilgilenmemesi gerektiğini, başlangıcın dinin konusu olduğunu düşünerek bir yanılgı içersine girerler. Aksine onlara göre her şeye gücü yeten Tanrı evreni keyfi bir şekilde yasalara bağlı kalmaksızın yaratabilir, fakat öyle görülüyor ki evren belli başlı yasalara bağlı olarak gelişmekte ve dolayısıyla aynı diğerleri gibi evrenin başlangıcını yöneten belirli yasalar mevcut. Mademki evrenin başlangıcı için bilim ve matematik geçerlidir, o halde bilim başlangıç için sorular sorma hakkına da sahiptir. Çünkü Tanrı'nın olması veya olmaması, başlangıca tesir etmesi veya etmemesi başlangıcı araştırmaya ve başlangıç ile ilgili sorular sormaya bir engel değildir. İllaki bir "yöneten" aranıyorsa, bu sadece ve sadece bilimsel süreci yöneten doğa yasalarının ta kendisidir.

* Tarih boyunca bilimin sorular sorması beraberinde yanıtlarını da getirdi. Gelen her yanıt aynı zamanda var olan din otoritesini dinin amacı dışında insanlığın, bilimin ve gelişimin aleyhine kullananlara (genellikle de dini kendi çıkarları için kullanan siyasi otoritelere) karşı bir yanıt olmakla beraber bilim temellerinin sağlamlaşmasını da sağlamıştır. Ortaçağ'da bilimsel bir temele dayanmayan dünya merkezli evren görüşü din çevreleri tarafından sahiplenildiği için, uzun bir süre boyunca görüş olmaktan çıkmış ve kutsallaşmıştı. Ardından gelen bilimsel araştırmalarla beraber din çevreleri otoritelerini zamanla yitirmiş yerini bu bilimsel devrimler almıştı. Burada yanlış olan dünya merkezli bir görüşe sahip olmak değildir. Bir insanın doğru veya yanlış bir görüşü savunması normal karşılanabilir ve yanlış olandan doğru olana yönelmesi er ya da geç gerçekleşir. Burada yanlış olan sözkonusu görüşün dini inançlara göre şekillenmesidir.

Şimdi yine benzer şekilde evrim teorisi karşısında kendi otoritelerini yitireceğini gören dini çevreler yaratılış görüşünü ortaya attı. Bu sefer belli başlı konularda tedbiri ellerine alan yaratılışçılar bilimsel yasalara karşı çıkmıyor, çünkü çıkarlarsa mağlubiyetlerinin kaçınılmaz olduğunu biliyorlar. Evrenin bir tasarımcısı olduğunu, bu tasarımcının evrenin kurallarını ve yasalarını düzenleyerek evreni yarattığını savunurlar. Descartes'in 1600'lerin başında düşündüğü gibi, onlara göre Tanrı evreni bir kez yaratıp kenara çekilmiştir. (Şunu belirtmek gerekir ki Descartes'in bu görüşü o zamanın koşullarına göre bir devrim niteliğindedir. Burada yanlış olan Descartes'in o zamanın karanlığındaki bu aydın fikri değil, aradan 400 yıl geçmesine rağmen hala aynı görüşe tıkanıp kalmış, ilerleyememiş, körelmiş zihinlerle beraber bu zihinlere bu saçmalığı kendi otoriteleri adına yutturmaya çalışan yerel yönetimlerdir.) Daha da kötüsü bu görüş bilimselmiş gibi insanlara sunulur. Halbuki tamamen dini temellere göre şekillenmiş bir görüştür. Dini temeller esas alınarak şekillenen bir görüş bilim ile yan yana gelemez. Çünkü birisi inançlardan, diğeri ise bilimsel verilerden oluşmaktadır. Evrim teorisi bir varsayım değildir, teoridir. Bu sebepten ötürü teori kelime manasıyla bir varsayım olmamakla beraber "yaratılış teorisi" diye bir şey yoktur. Teori, bilimsel olarak kanıtlanmış, deneylerle desteklenmiş bilgidir. Yaratılış ise bir teori değil bir görüştür, varsayımdır. İnanç temeli üzerine oluşturulmuş bu yaratılış ve akıllı tasarım safsatası ise gerçek nedir sorusuna yanıt aramayan, aksine gerçeği doğaüstü ilişkilerde arayan bir anlayıştır.

Orta çağ'da yaşananlara benzer durumlar günümüzde de devam etmektedir. Her iki zamanda da bulunan din merkezli inançlar birbirine tamamen benzerlik göstermektedir. Eskiden Dünya'nın evrenin merkezinde olduğunun reddedilmesinin yol açtığı durumlar ile şimdi akıllı tasarım ve yaratılış görüşünün reddedilmesi sonucu insanların dinsiz ilan edilip hor görülmesi yüzyıllardır en ufak bir ilerleme kaydedememiş aynı zihniyetin ürünleridir. Her ikisi de inanç merkezli, bilimsel temele dayanmayan görüşlerdir. Bu görüşlerin o zamanlar insanlığa bir faydası olmadığı gibi şimdi de olmayacak olması aşikardır ve nasıl ki bilime yöneltilen soruların yanıtları insanlığı orta çağ karanlığından çıkartmıştır, şimdi de insanlığa rehber olacak bir ve tek rehber bilimsel yanıtlar olacaktır. Aksine yaratılış görüşü, evrenin başlangıcı ile ilgili yasaları ve sorular sormayı reddeder ve evrenin başlangıcının tamamen dinin konusu olduğunu iddia eder. Bu ise dini inançlarla şekillenen bir görüş olup, ne bilimsel temellere dayalıdır ne de deney ve gözlemlerle desteklenebilmektedir. Önemli olan bir tanrının var olup olmaması değil, her iki durumda da evreni yöneten yasaların geçmişten günümüze kadar geçerliliğini koruyup ve gelecekte de sürekliliğini devam ettirecek olması ve evrenin de bu yasalara bağlı olarak mevcut düzenini koruyacak olmasıdır. Bilim Tanrı ile ilgilenmez, aynı Pierre Simon de Laplace'ın evren hakkında yazdığı o koca kitaba rağmen neden bir yaratıcıdan bahsetmediğini soran Napoléon'a "o varsayıma ihtiyaç duymadım" biçimindeki meşhur yanıtı gibi, bilim tanrı ve varlığı veya yokluğu ile ilgilenmez. Fakat bilim kendisine -bilimselliğe- ve yapısına karşı olduğu için yaratılışçılık, akıllı tasarım ve nice inanç temelli safsataları bilimsel temelde değerlendirilmeden görmezden gelir.